*** AKBANK
*** AKSİGORTA *** AK/DRESDNER *** DUSA *** SASA *** İNSA *** SUSA *** BİFA *** BRİSA *** BEKSA *** BOSSA *** TEKSA *** YÜNSA *** PİLSA *** ÇİMSA *** KAYSA *** MARSA *** YAÇSA *** TEMSA *** VAKSA *** AYEKSA *** PARKSA *** KORDSA *** OLMUKSA *** CİGNASA *** HEFTİSA *** AKKARDANSA *** AKÇİMENTOSA *** TÜRK PHILIPS *** ANKARA HİLTON *** MERSİN HİLTON *** İSTANBUL HİLTON *** AK-INTERNATIONAL *** TÜRK SINAİ YATIRIM BANKASI *** TÜRK SINAİ KALKINMA BANKASI |
Ülkemizdeki işbirlikçi-tekelci burjuvazinin de önde gelen isimlerinden birisinin SABANCI ailesinin sahip olduğu holding olduğunu hemen herkes bilmektedir. Ve çok az kişi Sabancı Holding'in işbirlikçiliğinden, sömürücülüğünden kuşku duyar. Sabancı şirketler topluluğu, sözcüğün tam anlamıyla emperyalistlerin işbirlikçisi olarak, daha kuruluşlarının ilk anından itibaren kendilerini biçimlendirmişlerdir. Ermenilere yönelik soykırımların yarattığı bir ortamda ilk sermayelerini elde etmişlerdir. Özellikle KAYSERİ ve ADANA Ermenileri'nin kişisel güvenini kazanan Hacı Sabancı, Ermeni burjuvaların altın ve mülklerinin "yeddi-emini" olarak piyasaya çıkmıştır. Soykırımdan kaçan Ermeniler'in, daha sonraki yıllarda yeniden geri almak üzere, mal ve mülklerini "en güvenilir kişi" olan Hacı Sabancı'ya teslim etmeleri, Sabancı ailesinin mallarının kökenini oluşturmaktadır. Hacı Sabancı, Adana, Pozantı ve Osmaniye bölgesindeki Kuvay-ı Milliye şeflerine rüşvetler vererek, bölgedeki gücünü artırmıştır. 1922 sonrasında TBMM'ye milletvekili olarak giren bu eski Kuvay-ı Milliye yerel şefleri, Ermeni soykırımına ilişkin Ankara hükümetinin herhangi bir karar almaması için sürekli çabalamışlardır. Böylece Hacı Sabancı, Ermeni burjuvazisinin mallarının sürekli sahibi olarak, ilk "yerli" sermayesini sağlamıştır. Sabancı ailesinin Ermeni mülklerini yalan dolan ile gasp ederek sağladığı sermayeyi Adana pamuğu üzerinde kesin bir egemenlik kurmada kullanmış ve bunu gerçekleştirmiştir de. Sabancı ailesinin Ermeni burjuvazisinin mülklerini gasp etmiş olması, onun Amerika'daki Ermeni burjuvalarıyla işbirliği yapmasını engellememişti. Ancak bu işbirliği çok sağlam bir temele oturmadığı için, Sabancılar ilişkilerini daha çok, İngiltere ve Nazi Almanya'sıyla geliştirmek durumunda kalmışlardır. Böylece "yerli" sermayesiyle Adana pamuk üreticilerinin ürünlerini "değerlendiren" Sabancı ailesi, TBMM'deki "dostları" aracılığıyla devlet desteğini de almakta gecikmemiştir. Ancak 1950'lere kadar devlete egemen olan küçük-burjuva milliyetçiliği, bu tür gelişmelere belli bir tepki göstermesi yüzünden, fazlaca gelişememiş olarak kalmıştır. 1950 yılından itibaren DP'nin iktidara geçmesiyle birlikte Sabancı ailesi için yeni bir dönem başlamıştır. Kendileri gibi bir toprak sahibi olan Menderes'in himayesinde devlet ile ilişkilerini her yönden geliştirmeye başlamışlardır. (Aynı dönemde, diğer büyük işbirlikçi burjuva olan Koç'un devletle ilişkisinin "bozulması", bunun diğer bir yanını oluşturur.) BOSSA ile başlayan işbirlikçi burjuva gelişimi, yavaş yavaş mali alana kaymış ve ilk önemli atılımını AKBANK'ın kurulmasıyla gerçekleştirmiştir. AKBANK, tümüyle yerel olarak faaliyet gösteren banka olarak, pamuk üreticilerini, "resmi tefecilik" yoluyla kendine bağımlı kılma ve giderek de mülksüzleştirme amacını güdüyordu. Banka kredileri aracılığıyla küçük üreticilerin ürünlerini kendi fabrikasına teslim etmeye zorluyordu. Pamuk üreticilerinin desteklenmesi adı altında devlet yardımlarını da alan AKBANK, diğer yandan da Sabancı ailesine düşük faizle kredi temin etmenin bir aracı oluyordu. Devlet kuruluşlarından sağlanan düşük faizli mevduatlar, yüksek faizle küçük ve orta pamuk üreticilerine verilerek muazzam kârlar elde ediliyordu. Böylece iki yönlü olarak sömürülen küçük pamuk üreticileri, bir süre sonra mülksüzleşmeye başladılar ve tarım işçileri olarak Sabancıların yanında çalışmak zorunda kaldılar. Düşük fiyatla sağlanan pamuk, BOSSA fabrikalarında işlenerek, yüksek fiatlarla T.C. ordusunun ihtiyacı olan elbiseler için kumaş olarak devlete geri satılıyordu. İşte Sabancılar'ın yükselişi, bu şekilde, önlenemeyen bir yükseliş olarak, gözlerden uzak Adana'da gerçekleşmiştir. 1969 yılından itibaren Adana bölgesinde örgütlenmeye başlayan faşist milislerin Sabancılar'la ilişkileri onların servetleri kadar derin köklere sahiptir. Bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde devletin yönetim biçimi SÖMÜRGE TİPİ FAŞİZM olmakla birlikte, burjuvazinin zaman zaman faşist milislere gereksinme duydukları da kesindir. Sabancı ailesi, bu ihtiyacını 1922 yıllarından itibaren karşılamanın yolunu, hep "yerel milliyetçi güçler"de bulmuştur. Bu kez de öyle oldu. Sabancı ailesinin güçlenmesine paralel olarak da politik düzeyde etkinliklerini artırmaları da gerekli idi. Öncelikle Adana düzeyinde milletvekili seçimlerini belli bir düzeyde etkileme yolunu bulmuşlardır. İşte tam bu dönemde ALPASLAN TÜRKEŞ'in yönetiminde MHP, Adana'yı ilk genel merkezleri olarak seçtiler. Ve Türkeş de, Adana'dan milletvekili seçilmiştir. Bunlar hiçbir biçimde bir rastlantı değildir. Doğrudan Sabancılar ile MHP arasındaki ilişki, onların fabrikalarını, "komünist işçilere" karşı koruma temelinde gelişmiştir. MHP, uzun süre Adana ve çevresinde tam bir "depolitizasyon" ve "pasikifasyon" sağlamıştır. Ancak bir süre sonra Sabancı, gerek devletle olan ilişkilerini yeni bir boyuta ulaştırması yüzünden, gerekse faşist MHP ile olan ilişkisinin açığa çıkmasından korkmasından yeni bir arayışa yönelmiştir. Bu yeni yolun ilk ifadesi, Adana ve çevresinde büyük tepkilere yol açan MHP'nin buradan taşınması olmuştur. Ama faşist milislere olan ihtiyaçları tam olarak bitmemiş olduğundan, MHP'nin KAYSERİ'ye genel merkezini taşımasını sağlamışlardır. Şüphesiz bunda Sabancı ailesinin Kayseri kökenli oluşları birinci dereceden etkili olmuştur. Böylece Sabancı ailesi faşist milislerin güçlü bir politik örgütlenmeye sahip olmalarında birinci dereceden sorumlu olmuşlardır. Genel olarak, oligarşinin, özel olarak da kendilerinin devlet üzerindeki etkinliklerinin artması üzerine, Sabancılar, faşist MHP ile olan ilişkilerini sınırlamaya ve giderek de en aza indirmeye başlamışlardır. 12 Mart sonrasında ortaya çıkan gelişmelerin resmi faşist güçlerin ortaya çıkışını güçlendirmesi, sivil faşistlerin önemini azaltması kaçınılmazdı. Bunun ilk sonucu ise, MHP genel merkezinin Kayseri'den Ankara'ya taşınması oldu. Ve böylece MHP'de kendine yeni destekler aramaya başlayarak, tekelleşememiş sanayi burjuvazisine yönelmiştir. Bugün Sabancı Holding, ülkenin önde gelen işbirlikçi tekelci burjuvalarından birisidir. Ancak onlar, gerek tarihsel olarak, gerekse ekonomik olarak yakın dönemdeki faşist milis örgütlenme ve onların katliamlarından birinci dereceden sorumludur. Onlar aynı zamanda, ülkenin emperyalistler tarafından ve bizzat kendilerinin yardımı ile talan edilmesinden dolayı sorumludurlar. Onlar, servetlerini yalan ve hileyle elde etmişler ve halkı sömürerek güçlenmişlerdir. Onların asıl gücü devlete egemen olmalarından gelmektedir. Bu nedenle yapılması gereken, onları mülksüzleştirebilmek için, önce politik iktidarın ele geçirilmesidir. Sabancılar gibi, tüm işbirlikçilerin, sömürücülerin tüm mal varlıklarına, herhangi bir karşılık ödenmeksizin el konulması şarttır. Bu ancak silahlı bir devrimle gerçekleştirilebilir. Silahlı mücadele nesnel bir zorunluluktur. Onlar kendi iktidarlarından, kendiliğinden vazgeçmeyeceklerdir. Üstelik, kendi mülklerini korumak amacıyla, ülke içinden ve ülke dışından, paralı askerler bulacaklardır. Oligarşiye askerlik zorunluluğunu bir yana bırakan halk, kendi iktidarı için silahlanmak ve bunu düşmanlarına karşı kullanmak zorundadır. İşte bu savaşın örgütü, Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi'dir. |