Tarihler, 1981 yılının 15 Mart gününü gösterirken, oligarşinin zor güçleri, THKP-C/HDÖ' nin dört savaşçısını İstanbul Bahçelievler'deki örgüt evinde kuşatmıştır. Saatler süren çatışma sonucunda, THKP-C/HDÖ Genel Komite üyelerinden Mehmet Yıldırım, Nihat Kurban, Cemalettin Düvenci ve Süleyman Aydemir yoldaşlar şehit düşmüşlerdir.
15 Mart günü şehit düşen THKP-C/HDÖ savaşçıları, Öncü Savaşçı bir örgütün üyeleri olarak, her koşul altında oligarşiye karşı savaşmanın ve bu savaşın gereklerini her koşulda yerine getirmenin örneklerinden birisi olmuşlardır. Onlar, salt kuşatılmış bir örgüt evinde oligarşinin zor güçleri ile çatışmaya girmenin devrimci bir görev, bir sorumluluk ve yükümlülük olmasının örneği değillerdir. Onlar, aynı zamanda, kuşatılmışlık koşullarında nasıl davranılması gerektiğinin ve ellerindeki silahları nasıl kullanmaları gerektiğinin örneği de olmuşlardır.
Bahçelievler'de kuşatılan THKP-C/HDÖ savaşçıları, salt örgüt evinin içinde düşmana karşı direnmekle kalmamışlar, ellerindeki ateş gücünü kullanarak, kuşatmayı yarmak amacıyla, düşmana saldırmışlardır. Kuşatmayı yarmak için yaptıkları saldırı karşısında oligarşinin zor güçleri paniğe kapılmışlarsa da, sayısal üstünlükleri ve tüm çevrenin kuşatılmışlığı koşullarında, bir yoldaşımız evin dışına çıkmayı başarmış olmasına rağmen, sokakta şehit düşmüştür. Bu yönüyle, Bahçelievler, şehir gerillasının, kuşatılma koşullarında salt bir direnmeyle değil, aynı zamanda, ellerindeki ateş gücünü kullanarak düşman çemberini yarma girişiminde bulunabileceklerini ve bulunmaları gerektiğini göstermiştir. Bu tür savaş girişimlerinin kırsal alanlara özgü olmadığını ve olamayacağını, şehir gerillasının da, gerilla savaşının her türlü eylem ve savaş biçimlerini kullanma durumunda olacağını Bahçelievler'de şehit düşen yoldaşlarımız açık biçimde göstermiştir.
Bahçelievler'de şehit düşen yoldaşlarımız, aynı zamanda 12 Eylül askeri cuntası koşullarında şehir gerillası olarak faaliyet yürütmüşler, en zor koşullar altında örgütsel faaliyeti sürdürmüşlerdir. Bir yandan 12 Eylül askeri yönetiminin tüm baskı ve imha operasyonları karşısında mücadele ederken, diğer yandan örgüt saflarında ortaya çıkmış olan sağ-pasifizme ve teslimiyetçiliğe karşı kararlı bir mücadele sergilemişlerdir.
Onlar, oligarşinin zor güçlerine karşı savaşlarında, sadece o günün koşullarına ilişkin değil, aynı zamanda geleceğe yönelik sonuçlar da ortaya koymuşlardır.
Bahçelievler'in gösterdiği bir olgu da, oligarşinin zor güçlerinin, her dönemde aynı imha operasyonları içinde oldukları ve aynı biçimde hareket ettikleridir. Bu öylesine bir gerçektir ki, Bahçelievler olayının ortaya koyduğu görüntüler, sadece bir 12 Eylül askeri yönetimin görüntüleri olmakla sınırlı olmayıp, her dönemde oligarşinin devrimcilere karşı tutumunun görüntüleri durumundadır. Devrimcilerin cansız bedenlerinin çırılçıplak, kanlar içersinde sergilenmesi, oligarşinin ne ilk, ne de son uygulaması olmuştur Bahçelievler'de. Onların her türlü yasa tanımazlıkları, insanlık dışı uygulamaları Kızıldere'den Beylerderesi'ne, Bahçelievler'den günümüze kadar sürüp gitmektedir.
Bahçelievler'de ortaya çıkan görüntüler, sadece oligarşinin insanlık dışı, barbarca niteliğinin görüntüleri olarak, bir "vahşet" görüntüleri olarak insanların duygularını etkileyecek görüntüler de değildir. Bu görüntüler, devrim için savaşa giren ve girecek olan devrimcilerin, her koşul altında yüz yüze oldukları tehlikenin ve uygulamanın görüntüleridir. Bu nedenle, savaşan ve savaşa girecek olan devrimcilerin, kendilerini bekleyen tehlikeleri ve uygulamaları çok iyi bilmeleri, bunları göğüslemeyi göze almaları ve bu konularda hiç bir hayal taşımamaları gerekli olduğu bilinmelidir. Oligarşi, devrimcilerin sadece yaşayan bedenlerinden değil, aynı zamanda onların cansız bedenlerinden de korkmaktadır. Korktuğu için, devrimcilerin cansız bedenlerine akla gelmedik davranışlar sergilemektedir.
Bu sınıf mücadelesidir. Bu mücadelede, el titremesine, tereddüde yer yoktur. Düşman, kendi sınıf iktidarını koruyabilmek için elinden gelen herşeyi yapmak durumundadır. Bu koşullarda, devrimcilerin yapabilecekleri tek şey, devrim mücadelesini kararlı bir biçimde sürdürmek ve devrimci olarak üstlerine düşeni yapmaktır. Bunu yaparken, kitlelerde ve sempatizanlarda olmadık hayaller yaratmamak, onları "kirli olmayan bir savaş" beklentisine sürüklememek gerekir. Öncü savaşçılar, hiçbir zaman burjuvazinin insan hakları örtüsüne ihtiyaçları olmamıştır, çünkü bizzat burjuvazinin kendisi "insan hakları"nı kendi vahşetini gizlemek için kullanmaktadır. İnsan hakları, ancak ve ancak burjuvazinin iktidarları yıkıldığı zaman ortaya çıkacak gerçek insanlığın bir ifadesi durumundadır. Bundan ötesi, tümüyle bir aldatmacadır.
İşte Bahçelievler, oligarşinin devrimcilere karşı sürdürdüğü savaşın tüm yönlerini sergileyen bir olaydır. Oligarşinin devrimcileri imha etmeye yönelik her türlü saldırısı karşısında, devrimcilerin mücadelesi çok daha mütavazidir ve onların bu saldırılar karşısında gösterdikleri kararlılık ve özveri her türlü değerin üstündedir.
Şu hiç unutulmamalıdır: Onlar, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi'nin savaşçıları olarak, sadece üstlendikleri zorlu tarihsel görevi yerine getirmek için savaşmışlardır. Onlar, sadece devrim mücadelesinin yaşamını yitirmiş milyonlarca devrimcilerden birileri olmuşlardır.
Başladı işte
Bitirdi işi...
Başlarken avaz avaz bağırmadı.
Bitirdi ve:
O milyonların milyonda biridir.
O bir sıra neferidir.
Damarlarındaki bilmem hangi soyun kanı
O bir yarış atı değil.
Yüzü herkesin yüzüne benzer.
Su içer ağızıyla
Onun için; başlayan, biten, başlayan iş var,
sorgu soruş yok...
Gidiş var.
Duruş yok...
O milyonların milyonda biridir.
O bir sıra neferidir...
O, ne önde
Ve yanıdakinin kanlı başı onun omzuna eğilince
Söz istemez
Yaşlı göz istemez.
Çelenk melenk lazım değil..
SUSUN.
SIRA NEFERİ UYUSUN....